GÜNDEM - 2015-10-22 11:59:01
Feyiz, bereket, rahmet ve mağfiret iklimi olan bir Ramazan
ayına daha ulaşmış bulunmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bu
vesile ile bizi insan olarak yaratan, bize kendini tanıttıran, kullukta
başarıya ulaşabilmemiz için nefsimizi terbiye etmek üzere oruç gibi
bir ibadeti bizlere farz kılan Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd ve sena
ediyoruz.
Bu yazımızda Bediüzzaman hazretlerinin Ramazan ve orucun
hikmet ve faydalarına dair değerlendirmelerini sizlerle paylaşacağım.
Ramazan-ı Şerifteki oruç, İslâmiyet’in beş esasından biridir.
Orucun, hem Cenâb-ı Hakkın Rabb sıfatına,
(Rabb Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları
için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve
himayesi altında bulundurması demektir.)
hem insanın ferdî ve sosyal hayatına,
hem nefsin terbiyesine,
hem nimetlerin şükrüne bakan hikmetleri vardır.
Orucun, Cenâb-ı Hakkın Rab sıfatına bakan çok hikmetlerinden
biri şudur:
Cenâb-ı Hak, yeryüzünü bir nimet sofrası suretinde yaratmış ve
bütün muhtelif nimetlerini hesapsız bir şekilde o sofrada toplamıştır.
Nitekim bir ayet-i kerimede “Allah size istediğiniz her şeyden verdi.
Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız sayamazsınız” (İbrahim 14/34)
buyurulmuştur. İşte bu, Rabbimizin üzerimizdeki sonsuz nimetlerinin,
ihsan ve ikramlarının bir neticesidir. O, Rab sıfatıyla, bizim
ihtiyaçlarımıza karşılık gelen nimetleri yaratıyor. Rahmân ve Rahîm
sıfatlarıyla da bizleri rahmet ve himayesiyle kuşatıyor.
İnsanlar, gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, o
vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise, mü’minler, Rablerinin emrine amade birden
muntazam bir ordu hükmünü alıyorlar. Mü’minlerin, Rabbimizin
ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini
bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, Rabbimize karşı, büyük
ve muntazam bir kulluk gösterisidir; şükür mukabelesidir. Böyle bir
davete icabet etmeyerek bu yüce kulluğa iştirak etmeyenler aslında
insanlıklarından çok şey kaybediyorlar.
Orucun, Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrünü eda yönüyle, çok
hikmetlerinden biri şudur:
Bir padişahın veya bir patronun yemekhanesinde garsonun
getirdiği yemekler bir fiyat ister. Garsona bahşiş verildiği halde, çok
kıymetli olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu nimet olarak ikram
edeni tanımamak nihayet derecede bir akılsızlıktır. Cenâb-ı Hak,
sınırsız nimet türlerini insanlar için yeryüzünde yaymış, ona karşılık, o
nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. İşte O’na teşekkür etmek, o
nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek, o nimetlerin kıymetini
takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve büyük bir şükrün
anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet altında olmayan
insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin
kıymetini idrak edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan insanlara,
özellikle zengin olanlara, bir kıymet ifade etmiyor. Halbuki, iftar
vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymetli bir
nimet-i İlâhiyedir. En zengininden en fakirine kadar herkes, Ramazan-
ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla manevi bir şükre mazhar
olur.
Öte yandan insan oruç günlerinde kendini nimetlerden
engellemek suretiyle, “O nimetler benim mülküm değil. Ben
bunları yemekte hür değilim. Demek başkasının malıdır ve
nimetidir; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir,
şükreder.
Konuya devam edeceğim.
Hayır, esenlik ve bereket duasıyla Hayırlı Cumalar…