“Sol kolum var, şükür. Onunla da pekâlâ iş yapabilirim.”
Arkadaşlarının Bombacı lakabıyla andığı Mehmet Çavuş, ağır
yaralı getirildiği hastaneden kumandanına yazıyor: “Sağ kolumu
kaybettim, amma zararı yok… Sol kolum var, şükür. Onunla da
pekâlâ iş yapabilirim. Beni müteessir eden ve kıtama katılıp düşmanla
çarpışmama mani olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.
Hastaneden kurtularak, hâlen harbe iştirak edemediğim için, beni
mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım.”
“Evlatları Allah rızası için çarpışan bir millet ebediyen var
olur!..”
Mehmetçiği yokluk, kıtlık ve çok güçlü olan düşmana karşı diri
kılan sır ne idi? Bunu da Çanakkale’de başkumandanımız olan Alman
General Liman Von Sanders’in bir hatırası açıklıyor. Teftiş sırasında
Mehmetçiğe, ne için savaşıyorsunuz diye sorar. Mehmetçik Allah
rızası için deyince; Alman General, şu yorumu yapmaktan kendini
alamaz: “Evlatları Allah rızası için çarpışan bir millet ebediyen var
“Üzülmeyin kumandanım! Benim gözlerim göreceğini
gördü. Artık görmese de olur.”
18 Mart Deniz Zaferimiz’den sonra Müstahkem Mevki
Kumandanı Cevat Paşa cepheyi dolaşıyor, durum tespiti yapıyordu.
Mecidiye Tabyası’nın yıkıntıları arasında dolaşırken, bir askerin hâli
dikkatini çekti. Mehmetçik bir ağacın altına uzanmış, hareketsiz,
sessiz yatıyordu. Yanına yaklaştı, baktı. Mehmetçik yaşıyordu. “Neyin
var evlat?” dedi. Mehmetçik, birden ayağa fırladı ve hazır ola geçti.
Ancak gözleri Paşa’dan yana değil, ters tarafa bakıyordu. Cevat Paşa,
yaşaran gözleriyle ve titreyen sesiyle sordu: Gözlerine bir şey mi oldu
oğlum? Mehmetçik, bu soru üzerine daha bir toparlandı ve iyice tokla-
şan sesiyle şöyle dedi: Üzülmeyin kumandanım! Benim gözlerim
göreceğini gördü. Artık görmese de olur.
“Cephedeki arkadaşlarıma, ‘İbrahim komutanı bahane etti,
harpten kaçtı” dedirtmem. Mutlaka gitmeliyim.’
Sol kolunu Çanakkale’de bırakmış bir kahraman Hasan Dursun
Bayrak anlatıyor: “Vatan uğrunda seve seve feda ettiğim kolumdan
ziyade, karşımda duran İbrahim’e acımıştım. Benden fazla o teselliye
muhtaçtı. İbrahim Yozgatlı bir yiğitti. Attığını vururdu. Bir bölüğü tek
başına durduracak kadar maharet ve cesaret sahibi, çevik ve sadık bir
Mehmetçikti. O benim emir erimdi. Sürekli, ‘İntikamını alacağım
kumandanım’ diyor, başka bir şey söylemiyordu. Üç gün sonra
vapurla İstanbul’a getirilip, Zeynep Kamil Hastanesi’ne yatırıldım.
Kanımla elbisesi muşambalaşmış olan İbrahim temizlenmiş, ben de
ıstıraptan biraz kurtulmuştum. Hastaneye yatırıldığımın ikinci günü
idi… İbrahim’i karşımda buldum. Diyordu ki: “Bana müsaade
ederseniz, ben gideceğim kumandanım.” “Nereye İbrahim?” dedim.
“Çanakkale’ye, sizin intikamınızı almaya gideceğim” cevabını verdi.
Bu şefkat ve sadakat timsalini kaybetmek istemiyordum. “Benim ve
benim gibi olanların intikamını alacak, hamdolsun binlerce er var
Çanakkale’de… Benim ise, burada bir emir erinden ziyade sana çok
ihtiyacım var. Gel gitme!” dedim. Bu kahraman genç bana şu cevabı
verdi: “Kumandanım, sizi bu hâlde bırakarak ayrılmak çok müşkül…
Ancak, siz hastaneye yerleştikten sonra, artık ben burada kalamam.
Cephedeki arkadaşlarıma, “İbrahim komutanı bahane etti, harpten
kaçtı” dedirtmem. Mutlaka gitmeliyim.” “Öyleyse, Allah yardımcın
olsun İbrahim” dedim. Elimi hürmetle öptü ve gitti. Bir müddet sonra
haber aldım ki, İbrahim aslanlar gibi dövüşerek şehit olmuş…”
“Hiç insan yaptığını satar mı?”
Çanakkale Destanı’ndan geriye çok az hatıra kaldı. Sebebi, o
kahramanların tevazuu idi. Onlar, yaptıklarının asıl karşılığını sadece
Allah’tan beklerdi.
Mesela Havranlı Koca Seyit… Çanakkale’deki harikulade
kahramanlığını en yakınlarına bile anlatmamış. Bir gün eşi
Hanımefendi, “Neden anlatmıyorsun?” deyince şu muhteşem cevabı
verir: “Hiç insan yaptığını satar mı?”